ÇOCUKLARDA OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB)
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB); genellikle çocukluk çağında başlayabilen, bireyin isteği ve arzusu dışında gelen, bireyde tedirginlik doğuran ve zihinden uzaklaştırılamayan bunun sonucunda da kendini sürekli yineleyen davranışlar göstermesine denir. Diğer bir adı ise takıntı zorlantı bozukluğudur fakat halk arasında kısaca takıntı hastalığı olarak da bilinir. Bu hastalığa ‘Obsesif Kompulsif’ adı verilmesinin en temel nedeni; çeşitli obsesyonlardan ve kompulsiyonlardan oluşan ruhsal bir bozukluk olmasını ele alabiliriz.
Obsesyonlar yani diğer adıyla takıntılar, çocukta kaygı, huzursuzluk veya iğrenme duygusu yaratan, yanlış olduğunu bildiği halde kafasından atamadığı ve tekrarlayıcı bir şekilde gelen düşüncelere denir. Çocuk, bu obsesyonların ona hissettirdiği duyguları ya da düşünceleri zihninden uzaklaştırabilmek için azaltmak veya tamamen ortadan kaldırmak için çeşitli bazı davranışlarda bulunur. İşte bu davranışlara kompulsiyon adı verilmektedir. Pis olduğunu düşündüğü bir yere eli ile dokunan çocuğun, dokunduktan sonra hissettiği iğrenme/tiksinme duygusunu tamamen ortadan kaldırmak için defalarca elini yıkaması kompulsiyon davranışına örnek olarak verilebilir.
Çocuk, obsesyonların oluşturacağı hoş olmayan duygularla kompulsiyon dışında da başka davranışlar göstererek sorunu ortadan kaldırmak isteyebilir. Bu süreçte kullandığı bir diğer yöntem kaçınma davranışlarıdır. Bu gibi davranışları yaparak çocuk, kendisini rahatlatmaya ve koruma altına almaya çalışır. Örneğin; dışarıda bir gezi esnasında etrafa veya herhangi bir yere dokunduğunda ‘Elim kirlendi, pislendim’ obsesyonunu/düşüncesini ve yaratacağı iğrenme duygusunu yaşamamak için, gezilere katılmayabilir veya katılsa bile etrafına peçete gibi temizlik malzemeleri ile dokunabilir.
Obsesif Kompulsif Bozukluğu, erişkin yaşın hastalığı olarak bilinse de takıntıların çoğu genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkar. Fakat bu; ailenin çocuğa karşı ilgisizliği, çocuğun üzerinde çok durmaması veya çocuğun bu gibi davranışları gizleme gibi nedenlerden dolayı gözden kaçabilir. Çünkü yapılan bazı araştırmalar gösteriyor ki, erişkin yaşta obsesif kompulsif bozukluğu olan bireylerin hastalığa başlangıç yaşı 5-15 yaşları arasında olunduğu bilinmektedir.
Örneğin; çocuğun zihnine, annesinin veya babasının hasta olup öleceği gibi kötü ve rahatsız edici düşünceler gelir. Zihninden bir türlü uzaklaştıramadığı ve düşünmek istemediği bu düşünceler çocukta dayanılmaz bir sıkıntı ve kaygı oluşturur. Bu çocuğu da dindar bir ailede büyümüş varsayalım. Her defasında bu düşünceler yüzünden yoğun sıkıntı yaşayan çocuk, “tövbe tövbe” diyerek ya da dua okuyarak zihnindeki kötü düşünceyi kovmaya çalışır. Düşünceler tekrarlandıkça tövbeler de dualar da tekrarlanır ve sonunda çocuk adeta bu düşüncelerin içinde takılıp kalır. Yaşı ilerledikçe veya erişkin yıllarında herhangi bir kötü düşüncede direkt olarak tövbe ya da dua etme girişiminde bulunur.
Bazen küçük yaştaki çocuklarda çizgilere basmadan yürümek, oynadığı bir oyunu tekrar tekrar aynı şekilde oynamak, plakaları saymak gibi çocukluk çağı doğal obsesyonları görülebilir ve bunlar zamanla yok olabilen davranışlardır. Çünkü çocukluk döneminde yapılan birçok davranış, gelişim ve öğrenmenin bir gereği olarak değerlendirilir. O yüzden çocukluk döneminde bu tür obsesyonlar görüldüğünde hemen bunun bir hastalık olduğu sonucuna varılmamalıdır. Klinik düzeyde olan obsesif kompulsif bozuklukta; çocuğun günlük hayatını etkileyen, en az 6 ay ile 1 yıl arasında bulunan, çocukta ciddi sıkıntı ve kaygı yaratan, sonucunda da kaçınma davranışlarına sebebiyet veren türde olmalıdır.
Hastalık durumunda; çocuk takıntılar ile uğraşırken çok fazla vakit harcar, günlük işlerinden geri kalır ve bu da onun günlük hayatını olumsuz yönde etkiler. Örneğin; düzen ile ilgili bir takıntısı olan çocuk, ödevini yaparken çok küçük bir hata yaptığında bile hatayı silme yerine o ana kadar yazdıklarını hiçe sayarak tüm sayfayı yırtabilir. Mükemmeliyetçi bir bakış açısı olduğundan dolayı sayfaları yırtmaktan bir türlü ödevini bitiremez hale gelir. Bu yüzden takıntılar; çocuğun eğitim ve öğretimini, aile ve arkadaşları ile ilişkilerini ve sosyal uyumunu olumsuz yönde etkiler.
Çocuğunda bu hastalığın tanısı konulan aileler, her şeyden önce, çocuklarını suçlayıcı yaklaşımlardan uzak durmalıdırlar. Çünkü çocuk bu hastalık ve sıkıntısı ile uğraşırken, buna bir de anne-babanın eleştiri ve suçlamaları eklenirse, sıkıntı bir kat daha artacak ve belirtiler çoğalarak devam edecektir. Bu yüzden çocuğa karşı anlayışlı davranmak ve çocuğun sıkıntısını paylaşmak gerekir. Takıntıları önlemeye çalışmak için çocuğa ceza ve yasak verilmemelidir. Uzun sürebilecek tedavi sürecinde ailenin, çocuğun tedaviye devamını sağlamak yönünde destek olması çok önemlidir.
Takıntıların tedavisinde ilaçlardan ve bilişsel-davranışçı psikoterapi yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Tek başına ya da her iki tedavi de birlikte uygulanabilmektedir.